"kendimi kovdurmaya karar vermişim ki, mahkemede kazanıp tazminatıma kavuşam."
a101'in hizmet sektöründe tıpkı
erol köse gibi bir misyonu vardır. üniversite mezunu binlerce genç kendi bölümleriyle alakalı ya da alakasız mesleklere istihdam edilip piyasaya sürülmeden önce illa ki bu şirketin altından geçer. günümüzün birçok öğretmeni, doktoru veya avukatı zamanında a101 ile ister istemez haşır neşir olmuştur. bu, türkiye şartlarında ayakta kalmanın yazılı olmayan kurallarından sadece biridir.
göz ardı edilip hiçe sayılan iki yıllık emeğimin sonunda işten ayrılmayı kafaya koydum. zira değil bir çalışan, insan yerine dahi konmadığımızı anlamıştım. hiçbir şekilde kıymetimiz bilinmiyordu. belki artık çok geçti fakat zararın neresinden dönsem yanıma kârdı.
istifa etmem ekmeklerine anca yağ sürerdi. kimdik ki biz? biri gider diğeri gelirdi. anamın ak sütü kadar helal olan tazminatımı almak için kendimi layıkıyla kovdurmaktan başka seçeneğim yoktu. o vakte dek mağaza sorumlusuydum. bundan kelli mağaza sorunlusu olacak, gerek iş arkadaşlarıma, gerek üstlerime hayatı zindan edecektim.
bizim mağazaya başka bir şubeden tonla ıvır zıvır gelmişti. koyacak yer olmadığından hepsini alt kata depoya istiflemiştim. bir gün bölge sorumlusu teşrif edip ürünlerin hâlâ raflara yerleştirilmediği hakikatiyle yüzleşince evrene adımı fısıldadı:
-hani, mallar nerede?
+haluk beyle neriman hanım mı? aşağıda depodalar heheh.
hele ki iş esnasında her zaman ciddi olan astının bu yılışık tavrı karşısında ne diyeceğini bilemeyen bs, görürsün sen anlamında bi bakış atarak yanımdan ayrıldı. oh be, bu kadar kolaydı demek. aksi düşünülemezdi, kesin kovulacaktım.
lakin bi bok olmadı. çarklar bir süre eskisi gibi dönmeye devam etti. birkaç hafta sonra salağın biri güpegündüz kasiyeri soymaya kalktı. sığır yavrusunu oracıkta enseleyip yaka paça ilgili makamların eline terk ettik. vakanın ertesi akşamı bizim bs yanında satış müdürü ile çıkageldi. sm'nin kıçı, günaşırı yalanmaktan kocaman olmuştu. döner sandalyeye çöküp bir sigara yakarak bana sordu:
-neler oldu o gün, anlat!
kafamda şimşekler çakıyordu. elime böylesine harika bir fırsat hiç geçmeyebilirdi. yutkundum:
+o gün müthiş bir gündü. ortalığı kan götürüyordu. yaralılar inim inim inliyorlardı.
öfkeden kıpkırmızı kesilen satış müdürü bölge sorumlusuna dönerek:
-ne diyor bu diye bağırdı. aslında bs'nin beni takdirle süzüp "çok güzel anlatıyor, afferim şaban" demesini, ne pahasına olursa olsun arkamda durmasını beklerdim. öyle yapmadı. siz merak etmeyin efendim, icabına bakacağım diyerek konuyu kapattı.
mutluluktan havalara uçuyordum. eşşek değillerdi herhalde, bu hadsizlikten sonra işime yüzde yüz son verirlerdi.
ancak vermediler. geri hizmete alındım. geri hizmet dediğim mağazamı değiştirip ms rütbemi söktüler. üç kuruşluk tazminatı ödememeye ant içmişlerdi sanki. ve artık, yalnızca mağaza personeliydim.
sabahları, açılış öncesinde rutin işleri olur zincir marketlerin. sebze meyvenin kontrolü de onlardan biridir. mp vasfıyla hiçbir işe elimi sürmez olmuştum. manav standının üstünde sinekler uçuşuyor, domateslerde patlıcanlarda insan içine çıkacak sıfat kalmıyordu.
yalaka bölge sorumlusu ve koca götlü satış müdürü, genel müdürle birlikte baskın bir ziyarette bulundu o sabah. akşam toplan(a)madığından savaş alanına evrilmiş mağazayı ağızları bir karış açık halde gezmeye başladılar. iyiden iyiye deforme olmuş sebzelerin ve meyvelerin dibine vardıklarında kasalardan çürümüş, leş gibi bir salatalık çıkardı gm. ve hıyarağası, orada başka hiç kimse yokmuşçasına boynunu benim tarafıma doğru çevirip hıyarı sağa sola salladı:
-sen müşteri olsan bunu evine alabilir misin, doğru söyle dedi.
karşılık vermedim. sikime kadardı amk. canıma yetmişti. ben sadece sittir olup gitmek istiyordum.
-cevap ver hadi, alabilir misin?
+alamam efendim.
-alamazsın değil mi, peki neden?
+çünkü o salatalık çok büyük hehe...
bu kez olaylar spontane gelişti. her şey çabucak olmuş, lüzumlu imzalar atılmış, kapı dışarı edilmiştim. ve allah'a şükürler olsun, banka hesabımdaki tazminatla beraber, a101'e bir daha müşteri olarak bile uğramayacağım güneşli günlere kavuştum.
t: en az işe girmek kadar zor olan hede.